Friday, July 7, 2017

1. Sinif Gezi Staji

Gezi stajimi Ispanyanin Madrid ve Valencia sehirlerinde yaptim. Ilk once Istanbuldan Madrid’e gittim. Madrid’ten Valencia’ya da tren ile gectim. Bu surecte konaklamayi Airbnb isimli ev kiralama sitesinden hallettim.

Madrid
Puerta de Sol:
Sehrin merkezi olmasinin yaninda en islek meydani olan ’Puerto de Sol’ meydanina gittik. Onceden bu meydan Madrid’i saran sehir duvarin kapilarindan birisiymis. ‘Puerto de Sol’ (Gunesin Kapisi) ismi de doguda bulunmasi ve gunesin sehri bu taraftan aydinlatmaya baslamasindan geliyormus. Bu meydan kuruldugundan bu yana onemli bir bulusma noktasi olmus, 1962’den beri yilbasilar burada kutlaniyormus. Biz gittigimizde de feminist bir grubun protesto gosterisine denk geldik. Meydanin kendisinin oneminin yaninda gorulmesi gereken bir kac elemani da barindirmaktaydi. Bunlardan biri Jacques Marquet’in yaptigi eski postane binasiydi ve onunde bulunan ‘Kilometro Cero’. ‘Kilometre Cero’ yani turkce ismi ile ‘Sifir Kilometre’ sembolik olarak Ispanya’nin merkeziymis. Tabii zemine islenmis bir gostergec olusu ve cok da buyuk olmayisi ve gitmeden once binanin hangi tarafinda olduguna bakmadigimizdan bulmamiz biraz zaman aldi. bi kosesinden basyalip yere bakarak bir ilerledikten sonra bulabildik. Postanenin karsisinda kral III. Carlos’un at uzerindeki bir heykeli de bulunmaktaydi. Ayni zamanda Madrid’in simgelerinden biri olan ‘El Oso y el Madrono’ (Ayi ve Kocayemis agaci) da bu meydandaydi.

Grand Via:
Bu cadde Madird’in en islek ve turist ceken caddelerinden birisi. Yapildigi zamanda New York’taki Broadway’e itafen yapilmis ve ispanyol Broadway’ olarak anilmata. Zaten ‘Grand Via’ ‘Buyuk Cadde’ anlamini tasimakta. Uzerinde bir cok sinema salonu, luks alisveris dukkani ve gece hayati icin yerler barindirmakta. Bunun yaninda 1900lerin baslarinda yapildigi ve basindan beri buyuk ve onemli bir cadde olarak tasarlandigi icin o donemin mimari akimlarinin bircok onemli binasini da uzerinde bulundurmakta.

Temple of Depod:
Madrid’te sehir merkezinin biraz disinda kalan bir parkin icinde eski bir misir tapinagi olan Depod Tapinagi’na gittik. Hem bir Avrupa sehrinin ortasinda misir tapinagi gormek hem de bu kuruldugu alan sehrin yuksek noktalarindan biri oldugu icin kenarlardan sehrin buyuk bir kismini yukaridan gorebilmek ilginc bir tecrubeydi. Ayrica kraliyewt ailesinin sarayi da bu alanin yakinlarinda oldugu icin alanin kenarindan sehre bakarken sarayi da butun olarak yamaca oturtulmus halini gormek mumkun oldu. Bu misir tapinagi 1968 yilinda Misir tarafindan Ispanya’ya minnettarlik gostergesi olarak verilmis bir hediyeymis cunku Misir’in mirasinin korunmasi uzerine yapilan bir calismada Ispanya da yardim eden ulkelerden biriymis. Tapinak yapildigi yerden sokulup daha sonra Madrid’te buraya tasinarak tekrar kurulmus.

The Royal Palace:
Temple of Depod’un oldugu yerden uzaktan gorunusu bir hayli etkileyiciydi. Oldukca buyuk ve sehrin yuksek noktalarindan birine oturtulmus. Sanki Kraliyet ailesinin yuksek mevkisi sehrin uzerine konumu ve gorkemi ile sarayin agirligi ile de yerlestirilmis gibiydi. Ilk basta sarayin bahcesinin kamuya acilmis kismini gezdik. Tabii ki bu kisim butun bahcenin cok kucuk bir kismiydi. Fransiz bahceleri gibi geometrik akslar olarak tasarlanmis bir bahceydi. Daha sonra sarayi gezmek icin bahceden ciktik. Eskiden kraliyet ailesi burada yasiyor olsa da farkli bir saraya tasinmislar bu su anda kismi muze olarak kullanilmasinin yaninda devlet torenleri icin kullaniliyormus. Yamaca yerlestirildiginden bahsetmistim ve on bahcesinin kenarina yurudumuzde bu yamacin tepesine gelmis olduk. Kenardan bakildigi zaman gercekten Madrid sehri ayaklarinizin altinda duygusunu uyandiriyordu. Daha sonra sarayin muze kismini girmek icin iceri girdik. Iceri de maalesef fotograf cekimi yasak oldugu icin cekemedik. Disaridan Barok bir gorunumu olan bu sarayin icerisi ise oldukca susluydu. Rokokonun cok kullanildigi bir ic tasarimi vardi. Her odanin tavaninda bir resim mevcuttu ve duvarlarin neredeyse hepsinde bir hikaye anlatimi vardi resim vasitasiyla. Bu sarayin odalarinin bir kismi eskiden kalmaydi ama bazilari ise zamaninda kimi krallar tarafindan tekrar dekore edilmis haliyle mevcutlardi. 

Almudena Katedrali:
Madrid Kraliet Sarayi’nin hemen yaninda yer alan bu katedral Madrid baspsikoposlugunun yonetim merkeziymis. Bu katedralin onemi ise Ispanya’nin baskenti Madrid yapildiginde (onceden Toledo’ymus) bu yeni baskent icin bir katedral olarak tasarlanmasi ve yapilmasindan geliyor. Konumunu da bu yuzden sarayin hemen bitisiginde secmisler ve 1993te yapimi tamamlanmis. Disaridan neo-gotik bir tarzi olmasina ragmen ici daha modern elemanlarla tasarlanmis. Icinde genelde resim veya cicek motifi barindiran klasik renkli camlari yerinde yine renkli olmalarinin yani sira daha geometrik desenler islenmisti ve iceri girince kilisenin buyuklugu ve ihtisami insani oldukca etkiliyor ancak ic tasarimina bakildiginde eskiden kalma degil ama modern bir kilise oldugu anlasiliyordu.

Puerta de Alcala:
Sehir merkezinden az uzakta olan anit. Bu yolda yururken aklima Paris’te Champs-Elysees caddesi geldi cunku yapilanmalari ayniydi. Duz aksta devam eden bir yol ve ortada anit. Ancak farklari suydu, Pariste anit yolun bir ucu ve arabalar altindan gecebiliyor ancak Madrid’teki bu anitin etrafindan dolasiliyor altindan gecilmiyor ve anit caddenin bir ucunda degil ortalarinda bulunuyor, uzerinde bulundugu caddenin adi anittan verilmis (Calle de Alcala/Alcala Caddesi). Tam bir neoklasik uslupta bir anitti. Ayrica bu anit aslinda Paristekinden once yapilmis, hatta Avrupa’da var olan bu mimari uslupteki anitlarin ilklerinden.

Parque del Retiro:
Oldukca buyuk ve icerisinda belli bina ve anitlari barindiran park. Bu yuzden hem yerel halkin zaman gecirmek icin geldigi hem de turistleri ceken bir park. Farkli farkli yerlerden girisi var ve bu girislerden biri de Puerta de Alcala’nin yani. Alcala Caddesi’ne de bir yani dayaniyordu parkin. Madrid gezimde en cok gelmeyi bekledigim yerdi cunku mimarlik tarihi dersleri boyunca gordugumuz en begendigim bina olan Crystal Palace da bu parkta bulunmakta. Kristal Saray tam bekledigim gibiydi. Uzaktan gorunmunu devasa bir kristal parka oturtulmus gibiydi ve tam seffafligi sayesinde tuy kadar hafif hissiyati uyandirdi. Parkta bulunan ogelerin etrafi onlara gore duzenlenmis bu yuzden parca parca farkli planlamalar var. Boyle olmasi gecerken oldukca hosuma gitti cunku hep farkli bir auraya giriyor gibi hissediyor insan. Kristal Saray’dan sonra en begendigim kismi Alfonso Anit’inin orasi oldu.

Plaza de Cibeles:
Turkce adi Kibele Meydani olan bu meydan Madrid’in onemli konumlarindan biriydi. Uzerinde Kibele sarayi ve onemli sembollerden biri olan cesme bulunmaktaydi. Ayni zamanda Alcala Caddesi de bu meydani kesmekteydi. Cesme de saray da neoklasik usluptaydi ve oldukca ikisi de gorkemliydi. Kilebe Sarayi ilk yapildiginda posta idaresiymis ve Palacio de Comunicaciones (Iletisim Sarayi) olarak adlandirilmis, islevinin degismesi ile adini da degistirmisler. Su anda da belediye binasi olarak kullaniliyordu ve biz gittigimizde uzerine Welcome Refugees (Hosgeldiniz Multeciler) yazan oldukca buyuk bir pankart asmislardi. 

Plaza Mayor:
Turkce karsiligi ‘Buyuk Meydan’ olan bu meydan 17. yuzyilda yapilmis bir kent meydaniydi. Meydana bir cok yerden giris vardi ve kent sarayi tiplemisinde binalarin ortak avlusu hissi veriyordu. Madrid’in Puertio de Sol gibi onemli ve islek meydanlarindan birisi. Bu meydan insa edildigi gunden beri bircok etkinlige ev sahipligi yapmis ancak biz herhangi bir etkinlige denk gelmedik maalesef. Meydanin tam ortasinda meydani yaptiran kralin heykeli bulunmaktaydi ve karisinda da meydanin en onemli binasi olan Casa de la Panederia vardi. 

Mercado de San Miguel:
Plaza Mayor’un hemen yakinlarinda bulunan bu yer ‘San Miguel Pazari’ olarak geciyor. Icerisinde Ispanyol damak tadini alabileceginiz bir suru yer var, firin isinden deniz mahsullerine kadar. Ispanyol damak zevkini tadabilmek icin birebir bir yer. Bina da 4 cephesi seffaf oldugu icin eski kent dokusunun ortasinda celik-cam mimarisi siritmamis, aksine dokunun icine oturtulmus kucuk bir yemek fanusu gibiydi. 20. yuzyilda yapilmis ancak 2003 yilinda restore edilmis ve bugunku haline gelmis.

Chocolateria San Gines:
Bu kafenin ozelligi eskiligi ve gelenekselligi. 1894 yilindan beri churros yapiyor ve Madrid’te turistik turda mutlaka gidilmesi gereken bir nokta. Kafenin ici de eski klasik kafe benligini korumus ve eski kent dokusunun icinde ‘Pasadizo de San Gines’te bulunuyor. Buraya dogru gelirken yurudugumuz ara sokaklar ve bulundugu kucuk meydan kentin karakterini gozlemlemede buyuk katkiliydi.







Valencia
Valencia’ya Madrid’ten hizli tren ile gittik. Yol 2 saat surdu ve italyanin kasaba ve banliyolerinden gectik bu yolculukta. Barcelona ve Madrid’den sonra Ispanya’daki en buyuk 3. sehir.

Plaza Ayuntamiento (Modernisme Plaza of the City Hall of Valencia):
Ilk olarak bu meydana geldik. Kalacagimiz yer de buradaydi zaten. Once yerlestikten sonra bu meydandan basladik gezimize. Belediye binasinin bulundugu bu meydan ilk basta sadece belediye binasinin meydaniymis ve daha sonradan 1931 yilinda kent meydanina cevrilmis. Meydanda modernist ve art deco tarzinda binalar vardi. Zaman gecirilecek bir meydan karakterinde olmasa da peyzaji ve cevrelendigi binalarla oldukca etkileyiciydi.

Plaza de la Virgen:
Valencia’ya bulunan en eski meydanlardan bir tanesi. Meydan buyuk olmasa da gecmisi Roma zamanina kadar dayaniyormus. Valencia sehrinin ilk baslangici bu meydanmis. Ayrica bu meydanda Valencia’nin en sembolik binalarinda 3 tanesi de bulunmaktaydi. Zaman gecirmek ve Valencia’nin eski dokusunu inceleyebilmek icin gidilecek en guzel yerlerden biri. Meydanin ortasinda yerel bir heykeltrasin yaptigi cesme bulunmaktaydi. 

Cathedral de Valencia (Cathedral of Santa Maria):
Plaza de la Virgen’de bulunan bahsettigim binalardan bir tanesi. Ilk olarak Gotik uslubuyla yapilan bu kilise bir yangina maruz kalmis ve daha sonra yillar boyu yapilmaya ve eklenmeye devam etmis. Bu yuzden su anda gotik, barok ve neo-klasik usluplarinin karakterlerini tasimakta. Icerisinda cok fazla susleme bulunmuyordu, daha sadeydi ancak rokoko tarzi altin islemeler bulunmaktaydi. Yalinliginin yaninda kolonlarinin buyuklugu iceri girildiginde hem etkiliyor hem de agirligini hissettiriyordu.

El Miguelete:
Ayni meydanda bulunan bu yapi 15. yuzyilda yapilbir gotik uslubunda bir can kulesi. Bu kuleye cikilabiliyordu ve Valencia’ya yeterince yukardan 360 derecelik bir aciyla baktik.

La Lonja de la Seda:
UNESCO tarafindan 1996 yilinda korumaya alinan bu yapi gec gotik donem uslubunda yapilmis 3 parcadan olusan bir bina. Ilk disaridan bakildiginda aslinda bir kale hissi uayndirsa da aslinda ipek takasi yapilan bir yer olarak kullaniliyormus onceden. Icerisi olduca zarif ve elegan bir sekilde tasarlanmis bu bina su anda geziye acik bir alan olarak birakilmis. Renk cok fazla kullanilmamis ama suslemeleri oldukca vardi.

Torres de Serranos (The Serranos Towers):
14. yuzyilin sonlarina dogru sehiri guclendirme calismasi altinda yapilmis bu kapi Avrupa’da bunun en buyuk gotik uslubundaki sehir kapisi. Uzun bir sure boyunca sehre ana giris kapisi olarak bullanilmis. 2 tane besgen kulenin ortada bir ortak bir galeri alaniyla birlestirilmesinden olusuyordu. 

Torres de Quart:
Torres de Serrano’un kapisi oldugu eski sehir duvarinin kalan bir parcasi. Bu kuleler de gotik tarzda yapilmis ancak 15. yuzyilda duvara savunmayi guclendirmek amacli eklenmisler. 19. yuzyilin baslarinda fransizlarin sehri kusatmasi ve saldirisindan kalan izler iceride hala gorulebilmekte.

Church of San Nicolás:
Gotik uslubunda yapilmis bir roman-katolik kilisesi. Icerisi normal bir kiliseden farkli olarak tek nef ve etrafinda bulunan 6 sapelden olusmakta. 13. yuzyilda yapilmis ancak daha sonra 15. yuzyilda daha gotik bir tarzda ici restore edilmis. 17. yuzyilda ise sadece ici barok tarzda tekrar yapilmis. Valencia’daki diger kiliselere gore icerisi en suslu ve satafatli olandi. Her yerde farkli bir detay ve farkli bir resim ile anlatim soz konusuydu. 

Mercado Central:
19.yuzyilin baslarinda once acik hava marketi olarak yapilmis bu alan daha sonra 19. yuzyilin sonuna dogru Valencia burayi kapali bir alana donusturme projesi altinda bir yarisma baslatmis. 1928’de var olan gorunumunu almis. Modern bir art nouveau tarzinin yaninda yakinlarindaki La Lonja de la Seda gibi gotik uslubunun bazi yansimalar gorulmekte. 

City of Arts And Science:

Valencia’nin korudugu eski karakterinin yaninda son derece modern olan bu bolge sehrin icinde bir tezatlik olusturmus gibiydi. ‘Old Town’dan bisikletle buraya parki gecip geldigimda adeta bir cag atlamis hissi uyandirdi. Tamamen demir struktur ve cam ile kapatma olarak yapilmis binalar. Bolgeye giris yaparken binalar adeta insani iceri cagiriyor, merak uyandiriyordu. 1990larda yapilmis olan bu bina sinemadan bilim muzesine kadar cesitli aktiveteler yapilabilecek bir kompleks. Valencia’da en etkileyici bolgelerden biriydi kesinlikle.









No comments:

Post a Comment